"Usumda ben sizinle ne güzel gökler tuttum"
İlhan Berk
“Burasıııı Aaa-goooo-raaaa Mey-haaa-ne-siiii, burada ya-şaaar
aşkların en divane-siiii, en şa-ha-nesiiiii,”
“Hadi kalkalım artık, seninle bir yere gelinmiyor. Çekilmiyorsun. Kalk hadi bir
taksiye binelim.”
Müjdat hep böyledir. Müjdat nedense sebepsiz
hüzünlere adamıştır tüm hayatını. Efkar sözcüğünün fikrin çoğulu olduğunu
öğrendiği günden beri, ki bu lise yıllarına denk gelir, efkarlanmak için zaman
mekan kollar. Lale’nin yüzü ise, Müjdat’ın o çoğullaşan fikirlerine hiç
beklemediği bir anda en uygun zaman ve mekan olmuştur. Müjdat bunu Lale’ye hiç
söylemiş midir? Dilinin en ucunda biriktirmiştir, Lale de birikenleri
hissetmiştir elbet. Ama kadın, biliyoruz ki kadın, bazen uzun uzun duymak
ister. Müjdat söylemek için mi bu kadar içmiştir? Derinlikli adamdır Müjdat.
Elinde sigarası balkon korkuluğuna dayanıp uzakları izlerken Lale arada balkon
kapısından onu izler. O an birbirlerini görmeseler de bir yerlerde
karşılaşırlar. Ama yine de böyle geceler için anneden öğrenilen cümleler
vardır. Sarhoş bir adamla annesinin konuştuğu gibi konuşur Lale, ötesini
bilmez. Müjdat da belki bu yüzden söyleyemez. Ama ikisi de ne kadar çirkin
görünseler de o anlarda öylesine tam, öylesine güzeldirler.
“Lale, biraz yaklaş, başımı omzuna yaslayayım. Midem
bulanıyor.”
“Tamam ama uyuyakalma sakın, eve az kaldı.”
Müjdat başını Lale’nin omzuna yaslar. Bir kolunu
koluna dolar. Lale’nin başında hep gururlu bir diklik, pencereye dönmüş,gözleri
dışarıda, içi Müjdat’ta.
“Tamam, burada inelim. Müjdat, uyan hadi, eve vardık.
Teşekkür ederiz, iyi geceler.”
“Koluma girmene gerek yok, iyiyim. Çok mu uyudum
ben?”
Müjdat Lale’yi gördüğünden beri onun yüzünden öte
zaman bilmez.
“Yok, yarım saat uyumuşsundur anca.”
“İyi geldi ama, açılmışım. Kusuruma bakma, yine
üzdüm seni.”
Lale, böyle cümlelerin ardından Müjdat’ı alıp
göğsüne yaslamak ister. Ama ona kabuğundan çıkmamayı öğretmişlerdir. Elleri de
narin değildir. Evet Müjdat arada sıkı sıkı tutar ama yine de ona bir an değmek
istese sanki bir daha Müjdat ellemez o ellere.
“Yok Müjdat, üzmedin, üzmezsin.”
Müjdat’ın sözleri yoktur bu ana karşılık gelen. Bir
bakışı ve bir gülüşü vardır. Lale bu gülüşe ve bakışa hiçbir tasviri
yakıştıramamıştır.
“Ceketimi uzatır mısın, cebinde sigaram olacaktı.
Sağolasın. Ben balkona çıkayım.”
Müjdat balkona gider ama sadece banyonun ışığını
yakar. O da yolunu seçebilmek için. Lale oturduğu yerden kalkar, balkona doğru
bir adım atar. Sonra fikir değiştirir mutfağa yürür. Bir bardağa su doldurur,
tezgaha dayanır, gözlere nereye daldığını bilmez, suyu dakikalara böle böle yudumlar.
“Lale”
Lale ilk omuzlarından ürperir.
“Afedersin, yine korkuttum.”
“Olsun, çok korkmadım zaten.”
Lale’nin tesellileri hep böyledir, ürkek. Üzmek
istemez. Olsun der. Ne önemi var der. Ama uzun uzadıya cümleler söyleyemez
ardından.
Müjdat öylesine bir duruşla mutfak kapısında. Lale
hala bardaktaki suyla zamanı yavaşlatıyor.
“Müjdat, ben yatayım artık.”
Yarım bir dönüşle bardağı tezgaha bırakır. İnce bir
tık. İçinde kalan su dalgalanır. Öylesine duruşunu kenara çeker Müjdat. Lale’nin
yanından geçerken bıraktığı yeli içine çekmeyi bekler.
“Pekala, iyi uykular.”
Lale, serinliğini bırakır, ilerler. Müjdat Lale’nin
odadan kayboluşundaki o anda, öylesine duruşundan, kapı altından sızan açık
unutulmuş banyo ışığından, soluğundaki rakıdan, tezgahtaki yarım bardaktan
yorulur.
Lale odadan kaybolmadan,
“Lale, uyuma. Önce gel, saçlarını tarayayım.”