10 Ocak 2015 Cumartesi

Samim; bilmelisin ki, seninle bu dünyada bir yerlerde karşılaşamayacak olmak da burukluklarımdan biridir.

3 Ocak 2015 Cumartesi

Çağrışır.

Oturmuşuz. Pencereye, pervaza, denize nazır. Bunun bir önemi yok. Otorite bildiğimiz zatlardan biri kiremitleri güzel bulsaydı, manzara arayışımız daha ucuza mal olacaktı. En azından bunun ayrımına bir teselli gibi varıldığında baktığımız yön kendine yakışan bir anlamla var olabiliyor.
Hiçbir hikaye böyle başlamaz. Bir varmış, bir yokmuş masallarından yola çıkan bir genç kız, bir gün bir varmış hep yokmuş gibi bir cümle kurmuştu. Hep imrenmiştik. Güzel olanı biz yapmalıyız ya, onun kıskançlığı aslında. İmrenme de nezaketin lugatından.
Bir varmış hep yokmuş diyorduk. Serbest çağrışımlarla konuşuyoruz ya. Serbest çağrışımlarla ve çoğul ve mümkünse öylesine, bir kaygı gütmeden. Adamlardan bir adam bir serzenişte bulunmuştu, sen benden hiçbir şey anlamamışsın diye. Bu ağır gelir bak. Bu basit değildir, nezdimde. Uzun zaman geçmiş üzerinden. Aslında karşılıklı anlaşılması gerekenler anlaşılmış bunu iki gece önce rüyamda vurulmanın ertesinde fark etmişim ben. Özlem.Tam bu farkındalığın geldiği an, adamlardan o adam kendini dışarıdan seyretmekteymiş. Öyle duyuldu. Rüyada vurulmak da elzemdir bu lakırtıda. Ama bundan şimdi dem vurmak da onu harcamanın ötesine geçmez. Zaten, azabımız bu çelişiklik. İstediğimizden kurtulma çabası.Tüm bunlar oluyor. Çoğu kişiye oluyor. Hep oluyor. Bunları düşünüyorum. Dilimize dolanan o ortak kaderin verdiği rahatlığın, yalnızlığı silip süpürme hissinden ileri geldiğini seziyorum. Emin değilim. Emin olmamakla birlikte birçok şey değilim. Ne olmadığını bilip ne olduğunu sezemediğimiz şeyler gibi. Böyle her şeye karşı buz kesilen anların bazılarında Füruzan'ı anımsarım.
"Gidiyor musunuz?" diye sorar önce. "Bırakılmazsam, bırakamıyorum." diyen postmodern olduğu kadar samimi abilerimizin acizliğinden uzak ardına ekler: "Güle güle. Kapıyı iyice kapayın. Sizden üşüdüm."