6 Şubat 2014 Perşembe

bir parça daha.

Çaylar bitti, çaylar tazelendi. Ben demliğin ardından bana bakışını bırakmadım, yanımdan ayırmadım. O sabahı o masada öyle yaşadık. Mahir, adını bilmeden bir gecede binbir adla süslediğim. Daha neler anlattı o sabah bana. Neler olduğunun farkında değildim. Bazı anlar, yaşanıldığı ana sığmayacak kadar uzun oluyor. Yaşanılıyor, yekpareliğe dağılıyor. O sabah gibi.

Masadan kalkmıştık. Masadan kalkıp çocukluğuma yürümüştüm. Yedi adımda çocukluğumu bitirmiştim, yedi adımda çocukluğumu ezip geçmiştim. Öylesine kısa, öylesine ayrıntısız.Oradan vardığım yer ışıklı bir odaydı. Penceresinde havalanan bir tül, avare bir leylak kokusuyla dolu çocukluğumun pazar günlerine denk gelen ışıklı bir oda. Yedi adımda çocukluğumu ezdiğim kendimi inandırmaya çalıştığım bir yalan mıydı? Yedi adımla ezdiğim çocukluğum, odanın kapısını açtığımda yeniden karşıma çıkmamış mıydı? Nasıl efsunlu bir haldi bu çocukluk? Nasıl ki yitip gitmezdi? Pencerenin yanına oturdum, pervazdaki menekşenin bir iki yaprağı düşmüştü saksının dibine. Birini elime doladım. Karşımda Mahir, yanında çocukluğum. Peki ya bu, nasıl efsunlu bir haldi?
Uzun uzun anlattı. Elleri sürekli bir devinim halindeydi. Arada öne eğiliyor bir nebze daha yaklaşıyor kısık sesle devam ediyordu sözüne sonra arkasına yaslanıyor normal ses tonuna dönüyordu. Elleri abartılı bir hal alıyordu bazen, bazen küçülüp kayboluyordu.
Elleri en abartılı halini aldı, büyüdü önce, defalarca büyüdü. Durdu. Bir süre. Yavaş yavaş kaybetti o abartısını. Küçüldü. Kaç defa büyüdüyse o kadar küçüldü. Zıtlıklarla dolu bu devinim dizlerinde son buldu. Devinimin son bulduğu ana sabitledi gözleri. Göreceliliğin içinde birkaç saniye gibiydi. Bana baktı.

“Anlatsana.”

Eylemlerin tek başına bir cümle niteliği taşıdığını bilirdim. Ama bu yoğunlukta hissetmemiştim. Bir cümle. Koskoca………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….bir cümle.

Karşılığı çaresizlik içinde işe yaramayı bekleyen eşyalar. Geçmişte. Yekparelikte. Eşyalar. İşe. Yaramayı. Bekleyen. Çocuktum. Ne çok çocuk değildim. Gürültü. Aciz gürültü. Perde perde yükselen sesler. Alçalmayan. Yumak. Bir ucu şişte. Gündüz örülüyor. Koyu renk. Gece gözler seçmiyor. Kalkacak gibi. Kalkıp perde perde yükselen seslere atılacak gibi bir ucuyla, açılacak gibi. Defalarca açılacak. Bir ucu şişte hala. Bir ucu en üst perdede. Tutacak. Düşecek. Dolana dolana en alta çekecek. Aniliğin en üst sınırında hareketleri. Bir anda yerle bir edecek. Kıvırılıp kalacak yerde. Kıvırımlar birbirinin üzerine yığılmış. Kalacak. Sessizlik. En üst perdede.

O yumak ondan beklediğimi hiçbir zaman yapmadı. Maddenin de ruhu var demiştin ya. O salondaki hiçbir madde bana, ruhu olduğunu kanıtlamadı. Ruhu olan bir şey –her neyse- bu kadarına nasıl katlanabilir? Nasıl hiç kıpırdamadan, oldukları yerlere yığılmaktan başka bir şey yapmadan, nasıl?